26.12.09

Beşer vs. Şaşar

Yo! sevgili sektör insanları diye bir giriş yaparak ne kadar trend biri olduğumu belirtmek isterim. Çılgın iş yoğunluğu yüzünden cumartesi bloggerı olma yolunda emin adımlar atıyorum. (cumartesi punkları ve Rashit). Bu sektörü bu hale getiren belirli şahsiyetlere buradan selam eder gözlerinden ve ellerinden öperim. İnsan çalıştırdıklarını unutup eşek gören ve kırbacımız da olsun da Salomelik yapalım diyen tüm yöneticilere duyurulur. Bilmiyorum ben mi çok takıyorum fakat git gide akıl ve ruh sağlığımı kaybettiğimi düşünmekteyim. İnsanlara dert anlatmayı geç, bir dakika zaman ayıracak kadar kaale alınmamak karaktere yapılmış en büyük hakaret gibi gelir bana. Ne yazık ki bazıları sandalyesine kıçı yerine egosunu oturttuğu için daha bismillah bile diyemeden bu sektörden soğumaya başladım. Beşer ve şaşar ikilisi diyip geçerim madem.
Bunların yanı sıra bir de bazı insanlar var ki gerçekten yardımcı olmak için sizi itina ile dinleyip yol gösterenler onlar. Gerçek saygıyı gösterip o saygının kat ve katını hakedenler. Bu tip insanlarla karşılaşırsanız muhakkak ki yollarına gül serpmek sureti ile gereken takdiri gösterin. Hernekadar sayıları az da olsa eğer doğduğunuzda yıldızınız yükseklerde bir yerdeyse bu tip kişilerle bir şekilde karşılaşırsınız. Böylece bu sektörün beşer bölümünde şaşmayanların da olduğu gerçekliğini idrak etmiş olursunuz.
Bu sıralar çok kuruluyorum. Çok doluyum. Yazamıyorum. Yazarsam ateş topu fırlatırım parmaklardan, fantastik olur. O nedenle demem o dur ki, Marduk bir an önce gelsin. Bize sevgi, ışık ve İlhan İrem getirsin.

Bu insanlardan biri olan ve güzel öğütler veren Hasan Başusta'ya teşekkür ederim.

20.12.09

Bir Futbol Açılımı Olarak Sektör



Merhaba dikenli yolların uslanmaz William Wallaceları. Adam olabilmenin daha da bir zorlaştığı şu günlerde yoğun çabalamadan vakit buldukça karşınızdayım. Doğduğumuzda elimize tutuşturulmayan "kullanma klavuzu" eksikliğini kapamak amacıyla girdiğimiz bu yolda adım adım ilerlerken spora gönül vermiş neferlerimizi de unutmadım tabii ki... "Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur." mottosundan yola çıkarak "Bir futbol açılımı olarak sektör" başlıklı bu yazımızı kurtlara yem olmamaya and içmiş tüm kırmızı başlıklı jr. larımıza adıyorum.

Şu fani dünyada kaç insana sorarsak soralım en hip spora tabii ki futbol diye cevap verir. Global bir spor olmasının yanı sıra (hayır da her spor global değil mi? hey allam yaa) işin özüne inersek ve hatta biraz üşenmeyip arşa çıkıp bakarsak aslında ne kadar küçük bir camia olduğunu görebilmemiz mümkün. (tabii ki imho) Pek sevgili das sektörümüz de bir nevi futbol camiası kisvesi taşıyor ilginç bir şekilde. Şu kısacık ve fani maceramda gördüklerim en azından bunu kanıtlar nitelikte. Öyle ki nereye gitsem her insan bir şekilde tanıdık. Herkesin eli yine herkesin bir tarafına ister istemez dokunuyor. En komiği ise Das Patronesler ellerindeki elemanları birbirlerine transfer ediyor.
Bu şekilde, yeşil sahaların aranılan yıldızı olmak önemli olan nokta. Kadim şutları gole çevirmek aranılan sıfatlardan en önemlisi. Ayrıca iyi orta gol getiriyorsa ortalarda salınmak altın külçesi. Bonservis bedelimizi nasıl yükselteceğiz Cey-arcım dediğinizi duyar gibiyim:
Şimdi bazıları vardır ki bu sahalarda bir Fatih Terim, efendime söyleyeyim bir Mustafa denizli gibi yıllarca emek verip aşina olunmuş kişi vasfına yükselmiştir.(Sir Alex Ferguson'ı hiç saymıyorum. O bir Undead) Bunun için Das sektör de ortalama 10- 15 yılınızı harcamak zorundasınız kanımca (yine imho). O en son mertebedir ama. Varılacak son noktalardan biri olması lazımdır ki bunlara zaten Kreatif Yönetici diyoruz. ( İngilizce aromalı arkadaşlar için yabancılık çekmesinler diye Kıreğativvf Dayrekktaaa da diyebiliriz.) Aziz Yıldırımlara, Yıldırım Demirörenlere hiç girmiyorum bile. Bol vakit, bol para ve bol azim gerektiren antremanlar sonucu konuşulacak mevzuatlar bunlar.
Gel gelelim eğer bu sektörde Galatasaraylı Sabri gibi tribünlere uzanan top fırlatırsanız işiniz zor demektir. Ya da Ajansına göre ayağınızı konuşturuyorsanız bu sizin aleyhinize işler. Guiza'dan örnek alın. Getafe'de gol kralı olup T.C. topraklarında koşmazsan bu küçücük fıçıcık içi dolu turşucuk camiada ismin imla kuralları ile anılır. Rahat edemezsin. Performansı her yerde bir öncekinden yüksek seviye de tutmakta faide var.
Birde Beckham ve C.Ronaldolar var ki, yer yer sinir bozmaya mahal veren önemli faktör oyunculardır. Bunlardan olmayınız. Bunlar kapitalik sisteme ayak uydurmuş-aslında işi kuralına göre oynayan-şahsiyetlerdir. Yaptıkları işten önce isimleri yürür. Yeteneği olan da vardır içlerinde fakat reklamdan kazandıkları ile yetenek göstermeye tenezzül bile etmezler. Gerek yoktur yani. Bir de "all star" kavramı vardır ki herkesin gıpta ile baktığı favori insan evlatlarıdır. Piyasada herkes tarafından anılan, dillerden dillere destansı masallarla anlatılıp pelesenk olan bu şahsiyetleri birebir tanımasanız bile isimleri kulaklara mutlaka zerk olmuştur. Yaptıkları işler kalıba uymasa bile revaçtadır. Kıskanılasıdır.

Yakın zamanda ben de bir "Devler Ligi" prodüksiyonuna imza atmayı düşünüyorum bazı bazı. İsimleri hip olmuş elemanları toplayıp "saldım çayıra hobarey" mottosu ile bir odaya sokup, beyin fırtınası kaosunu çekmek ve yayınlamak. Hayat çok garip. Sektörel okazyonlarsa daha da garip. Bazıları Cantona olup yakası ile efsane olurken bazıları da İlhan Mansız olup "Buzda Dans" yarışmasına katılır. Bundan kelli demem o dur ki siz siz olun, Lionel Messi olmak için bir taraflarınızı yırtın.
İyi ki varsın Futbol.

3.12.09

Beni Kategorize Etme S1 E1: Das Patrones

Merhaba sektörel çemberin azimli neferleri. Gün geçtikçe daha bir buhran daha bir meşakkat içinde dönenip durduğumuz şu zamanlar adam olma yolundan bizi geri koyamadığı gibi şu güzelim parmakları sırf sizleri bilgilendirmek için heder etmeye itmekte. Şaka tabii ki. (Komplike bir cümle oldu, farkındayım.) O nedenle kısa kesiyor ve yolumuzda emin adımlarla ilerlemek için yeni bölümümüzü gurur ve bol hemoglobinli utangaç yanaklarımızla açıyoruz: Das Patrones. Patronları kategorize edecek, onları kıynık kıynık inceleyecek ve sizlere ışık tutacak bu bölümde tüm patron cinslerini yavaş yavaş tanıyacağız. Kimseye höykürmek gibi bir derdimiz yok. Amaç tamamen "AMME HİZMETİ ODAKLI HAYIR-GÖNÜL İŞİ"dir. Bölüm açıklamasına çok fazla girmeyeceğim. Ne olduğu alelade akacak zaten, tıpkı Billur Tuz gibi.
O halde buyurun cenaze konçertosuna.

Das Patrones 1: Azıcık aşım Kaygısız Başımcılar

Bu tip patronlar genelde azla yetinip tok kalmak isteyen patron kesimidir. Belki küçüklüklerinde yaşadıkları bir travma sonucu cesaret kaybına uğramış olabilirler. Ya da yoğun iflas semptomlarıyla bugüne kadar sınanmış olabilirler. Bu nedenle cesur değillerdir. Parlak bir fikirle karşısına çıkıp helecan içinde anlattıklarınız onların genelde gözünü korkutur. Sizin istekli oluşunuz onlar için pek önemli değildir. Tek dertleri ekmek teknelerini yürütmektir. Gerisi boştur. Bunlar genelde masaüstü reklamcılık insanlarıdır. Hatta bu korkakça tutumları onları "tabelacı" kıvamına sokar. Sıtkınız sıyrılır. Körelirsiniz. Zaten sonunda kaçarsınız.

DP 2: Yaratım Sancısı Çekenler

Bu sınıf patronlar genelde GSF mezunu, tırmalayarak bugünlere gelmiş fakat akşam rüyasında hala "sanaaağğt sanaağğt" diye haykıran kişilerdir. İçlerinde "baba parası" ve "alın tercisi" olarak ikiye ayrılırlar. Baba parası insanları genelde lüks semtlerde ofis kiralayıp içine iki adet mac atarak sanat icra etmeye çalışırlar. İtalya, Almanya, Çek Cumhuriyeti, Fransa gibi hip sanat ülkelerinde okumuş/master yapmış fakat T.C. de yaşadıklarının ayrımına varamamışlardır. Para kazanmak gibi bir kaygıları olmadığı için 24 saat içtikleri Starbucks kahveleri ile ofislerinde salınarak "dahi çocuk" olmaya çalışırlar. Minimalizm taraftarıdırlar. Babajazzz dinleyip çalışanları ile akımları tartışırlar. Ve sonunda istedikleri gibi iş çıkaramayıp histeri krizlerine girerler. Banka hesaplarında yüzbinliraları olmasına rağmen Cihangir, Çukurcuma gibi semtlerde bohemcilik oynarlar. Alın tercileri ise gerçekten okulunu hakkıyla okumuş ve kanırtarak bir yerlere varmış kişilerdir. Kimisinin agresyonu tavan yapmış olabilir. Ama genelde öğrenmek isteyene bilgi kapılarını sonuna kadar açarlar. Tasarım kuralları çerçevesinde iş bitiren bu şahıslar her projelerinde muhakkak sanatın yoğun kontrastına yer verirler. Çalışılması zor da olsa iyidirler.

DP 3: Evde çok sıkılıyorumcular.

Bu patronesleri anlatmak için çok kelime harcamaya gerek yok. Paraları çok olduğu için sıkılıp oyuncak niyetine iş kurmuşlardır. Yapılan iş umurlarında değildir. Tek amaçları toplantılara katılarak sosyalleşmektir. Çalışanlarını da kendileri gibi zengin sanarak Louis Vitton ayakkabılarını nerede tamir ettireceklerini sorarlar. Cevap alamadıkları için İstinye Park'tan gidip yenisini alırlar. Eğlencelidirler.

DP 4: Beyin Yerine EGO taşıyorumcular

En çekilmez ve hatta nefret yaratan patroneslerdir. Hayatları boyunca hiçbir şey olamamış ve olamayacağının farkına varmış, eş-dost çevresine kendini kanıtlamak için yırtınan ya da ailesindeki herkes gibi başarılı olmaya kasan kişilerdir. Asla sizi dinlemezler. Hıncal Uluç rol modelleridir: yeryüzünde bilmedikleri hiçbir şey yoktur. Kimisi stajyerlikten itibaren ezildiği için SR. olduğu gün ezmeye and içmiştir. İngilizce kurslarından edindikleri KÜT ingilizceleri ile her mail sonuna "f.y.i." (for your information) yazarlar. Sesleri cılız ama yoğundur. Ortamda kendilerini gösterip mottoları olan "bakın insanları nasıl eziyorum çünkü onları BEEEĞĞĞNNN yönetiyorum" u kanıtlamak için asla odalarında oturmazlar. "Abi dün Yaprak Dökümünü izledin mi?" adlı sorunuza "ya ben sadece siğenbiğsi-eğğ (ki onun iğğ olarak okunduğunu algılayamazlar), E2 ve diskavıriğ çennıl izliyorum. Aynı zamanda Radikal okurum." diye karşılık verirler. İstedikleri iş olmayınca havası alınmış balon gibi ordan oraya çarparak delirirler. Ama onlara biraz bağırdınız mı hemen susup "ama sen beni yanlış anladığğğn tatlım" derler. Sizinle asla muhattap olmazlar çünkü onlar Monako prensi/presesidirler. Siz ise serf tabakasından ırgatlarsınızdır. Garip insanlardır. Kesinlikle bilim adamlarınca incelenmelidirler.

DP 5: İş Sapkınları

Bu Patronesler aslında süperlerdir. Hayatları iş üstüne kuruludur. Günün 18 saatini işe, 3 saatini ar-ge ye, 2 saatini oyun oynamaya, kalan 1 saatini ise tekno-mağazalarda ürün bakarak geçirirler. Ciddi anlamda donanımlı ve bilgili insanlardır. Yemek yedikleri asla görülmemiştir. Uyumak gibi yetenekleri yoktur. Sorduğunuz herhangi bir şeye gerçekten içtenlikle yanıt verirler. Amaçları sizin bilgilenmenizdir. Fakat muhabbetiniz onları sardıysa 6 saat susmadan konuşabilirler. Tek kötü yanları sizin de onlar gibi olmanızı beklemeleridir. Yemek yediğiniz ya da sosyalleştiğiniz zamanlar onlara garip gelir. Gece geç saatlere kadar çalışmayı verimli çalışmak olarak algılarlar. Mesai saati anlayışları yoktur. Uyuku denen olayı keşfettikleri zaman, rüyalarında gördükleri tek şey Tokyo'dur. Sevilesi insanlardır. Can-ciğerlerdir.

DP 6: Babacanlar

En mükemmel patron tipidir. Kallavi okullardan ve kallavi projelerden çıkma oldukları halde onları alaylı zannedersiniz. Yaptıkları işe olan bağlılıktan ötürü mütevazi insanlardır. İş hayatının zorluklarını kendileri de yaşayıp hazmedebildikleri için yanlarında çalışan kim ya da ne olursa olsun saygı duyarlar. Çalışanını tanımaya çalışırlar ki en önemlisi de budur. İster 5 kişi ister 80 kişilik ekipleri olsun bir insanı tanımak için güleryüz ve belli soruların yeteceğini bilirler. Çok paragöz değillerdir. Kazandıklarını ekibi ile paylaşan +41 levellık sürümleri vardır. Çalışanının hangi konuda eğilimi olduğunu bilecek kadar gözlemcidir. Bazı limited edition lar vardır ki kişiyi bir departmandan alıp başka departmana sokarak yıldızını parlatır. Ekibi ile iletişimi güçlüdür. Patron olduğunu unutanlar bile vardır ki tadından yenmez. Kafanıza kafanıza vurarak işi öğretebilir. Buna rağmen herkes saçma şekilde ona saygı duyar. Çünkü istemeden de olsa kişiliğindeki ulvi karakter ile bunu yaratır. Candır. Kandır. Her eve, işe lazımdır. Jötem burdan hepsine.

DP 7: Evetçiler

Bu şekil patronesleri anlatmak için başlıktan kelli pek fazla kelime lazım değildir. Ekibi ile iletişim kurmaya çekinen ve her türlü şikayet, öneri, takdir, soruna sadece ama sadece "evet" diyen konuşma tembeli, kelime fukarası das patroneslerdir. Genelde onlar yerine kreatif ya da sanat yönetmenleri konuşur. İşiniz düştüğü zaman asla ulaşamazsınız. Mistik bir havaları vardır. İlginçtirler. Çözemezsiniz. Tez konusu olabilirler.


Evet, ilk bölümümüzde özet olarak das patronesleri verdik. Bunlar gibi daha bilimum patrones tipi var. Eminiz. Fakat elimiz kolumuz yoruldu. Bizimde bir adet canımız cananımız var. Dememiz o ki siz de yazınız. Üşenmeyiniz. Bu sevgi ve ışık dolu bilgi yolunda hep beraber kavrulalım diyiniz. Canımızı yiyiniz. Şimdilik bu kadar. İlerleyen bölümlerde daha kalender bilgilerle sektörel hayatınızda adam olma hazzını sizlere tattıracağız. Sürç-i lisan ettiysek affola. Amacımız tamamen amme hizmetidir. Tüm haklarımız saklı falan değildir. Dilediğiniz gibi kullanın. Alın hatta sizin olsun. Viva la "ctrl+c, ctrl+v" kombinasyonu!

NOT: Yazıya bir adet görsel kondurarak blogu şenlendirecektim ki gurumuz olan GOOGLE, patron yazınca aynen şunu verdi. Umarım patronunuz böyle olmaz. Olmamalı:

29.11.09

I See Hard People...


Her sektörün özellikle de reklam sektörünün dahi çocuğu olmak çok zor bir iştir. "All Star" kavramı naif ülkemize girdiğinden beri, bu kulvarda at sürmek için çırpınan nice yiğitler ani parlamalarla çıkıp yine ani sönmelerle silinmiştir, kimbilir? Şahsen ben bilemem. Taş çatırdasa 3,5 yıldır bu alan içinde adam olmaya çalışmaktayım. Ama gördüklerimden kelli işin özüne bakacak olursak bu sıfata girmek zor değil: Birazcık çakal olan ve kendini pazarlamayı bilen her babayiğido bunu yapabilir. Gereken malzemeleri blogun ilerleyen yazılarında vereceğiz.
Yaratıcılık diyorlar ya hani, en çok korktuğum şey bu benim. Şöyle ki, devamlı herkese zikrettiğim, uzun zamandır tek bir ajans gözümde parıl parıl parıldamakta: Youth Republic. Geçenlerde 2007 yılında youtube a koydukları "kreatif iş ilanı"nı izledim. Ve işin açıkçası korktum. Tamam bu tip şeyler güzel ve insanı "ah o ajansta ben de olsaydım, açık projelerde yol alsaydım" şarkılarına gark ediyor. Fakat beni inanılmaz derecede de ürkütüyor. İnsanların o beklentileri bende delice bir psikolojik baskı yaratmakta. Kendimi cinli demonlı thriller katharsisleri içinde hissediyorum. O "ilk gün insanı olmak" gibi bir şey bu işte. Yani tamam çok güzel, insanların beklentileri normal, bu iş ilanı fikreti de muazzam ama ortada insan psikolojisi diye bir mevzuat var. Hiç mi bu düşünülmez? İzleyen kişinin "eeğğööheeeğaaaa başaramiğğcaaam!" diyerek videoyu kapatması ve başvuracağı varsada vuramayışı düşünülmez.
Ben korkuyorum bunları izleyince. Belki ben manyağım ama bir çok şahsiyetin de bu şekilde düşündüğüne inanıyorum. Sonuçta yuvarlak masa şövalyesi değilim. Toplantılarda didik didik incelenmekten haz etmiyorum. Ağlayasım geliyor. Manyaklar gibi konuşan biri olarak kekeliyorum bile... Hiç hoş olmuyor.
Kısacası bu tip şeylerde lütfen insan psikolojisini de göz önüne alınız sevgili ve sayın yetkililer. Tamam cesaret vs. vs. diyeceksiniz ama herkes annesinin karnından Kara Murat olarak çıkamıyor. Bu tip durumlarda Mario ile mücadelesinde yenik düşen zavallı kızımız gibi hissediyorum kendimi. İşin kötüsü besmele çeksen bile işe yaramıyor. Zor oluyor, çok zor.

26.11.09

Being İlk Gün İnsanı

Hala bir baltaya sap olamamanın verdiği elem içerisinde kıvranırken hayatınızda ani değişiklikler meydana gelir. Sap olabilme çabalarınız bu sefer sizin yüzünüzden değil de bir başkası tarafından sekteye uğrayabilir. Tamam derin nefes alıyoruz ve 10'a kadar sayıyoruz... Evet farkındayım 6 da takılıp sinirden delirdiniz. O halde buyuralım sadedin tepesine.
Kendine balta arayan bir sap olarak çalıştığım iş yerinden kovulan zavallı bir jr. olabilirim. Fakat yer yer "Das Sektör" beni sevebiliyor da. İşten çıkarılışımızın 1.hafta dönümünde yine yeni yeniden bir işe girmem kıyamet alametlerinin kaçıncısıdır sorarım sizlere? Evet bu güzel bir şey ama bir taraftan da korkutmakta delice. Hayır benim gerginliğim var, alışma sürecim var, efenime söyleyeyim eğlence takıntım var...
Yeni yerler bu nedenle gerer beni: İlk iş gününüz. Kapıdan içeri girer ve herkese "ben yeniyim" diye bas bas bağıran bir ifade ile bakarsınız. Bu da yetmezmiş gibi "Buraya gelmeden İpana çürük testini uyguladım" mottolu gülüşünüzü atarsınız ki ilk günden pozitif enerji feedbacki alalım diye. Bu da tamam diyerek, sizinle ilgilenmesi için birinin gelmesini beklediniz ki genelde o kişi asla gelmez. Ve siz kapıya bırakılmış sahipsiz bir bebek gibi köşede bulunmayı beklerken orada uzun zamandır çalışan ve birbirine aşina olan insanlar size bakıp dururlar. İşte o an bittiğiniz andır. Toz bulutu olup havaya karışasınız gelir. Birileri sizi telekinetik enerjinin karşı koyulmaz ağırlığı ile duymuş olacak ki aniden belirir ve masanızı gösterir. Gider yerleşirsiniz. Makinenizi açar, belki format atar belki program kurarsınız. "Lütfen bugün geçsin" diye beklerken aklınıza arkadaşlarınız düşer. Kimsenin sizi dinleyecek vakti yoktur oysa ki. Kimi okuldadır kimi işinde kimisi evinde gebeşmekte... Annenizi ararsınız bir telaş. Sıkıldım diye konuşmaya başlarsınız ki anneniz- eğer çalışıyorsa- "çok işinin olduğunu ve kapaması gerektiğini aynı zamanda durumu abarttığınızı, bunu herkesin yaşadığını" söyler. Boğazınızda bir yumru kaparsınız telefonu. Ve o an olan olur. Günün en berbat saati olan "ilk gün yemeği" kapınızı çalar. Kapıyı açmazsanız ukala ve kimseyi beğenmeyen bir şahıs, arkasında saklanırsanız 5 yaşındaki meraklı çocuk, direk açarsanız da çaylak olursunuz. Aklınız karışır ve ağlayasınız gelir. Gün bir türlü bitmez ve gelen ilk işle beraber biraz daha magmaya doğru akarsınız. Kendini gösterme ve iş yetiştirme telaşesinde kabızlık çeken bir şahıs gibi alnınızda boncuk boncuk ter biter. Yeterince gergin ve en önemlisi yalnızsınızdır. Bu tip zamanlarda yalnızlık H1N1 dan daha korkutucu bir illet halini alır. Barack Obama açıklama yapsa bile umrunuzda değildir. Knock Out u bekler ve yatağınızı özlersiniz.
İşte bu nedenle yeni yerler gerer beni. Yani arakadaşlarımın bana "2 güne kurarsın ortamını de get be maymun" demeleri bu gerçeği değiştirmez. Her ne kadar gudubet bir insan olarak tanıtsam da kendimi garip bir şekilde seviyor beni insanlar. Tamam anlıyorum hastamsınız benim. Ama elimde değil düşündükçe deliriyorum. Bu nedenle buradan yetkililere seslenmek istiyorum: Lütfen İLK GÜN İNSANLARI" nı sevin! Onları dışlamayın. Kol kanat gerin. Masaj yapıp gerginliği atın gerekirse ağıza 3-4 kaşık passiflora tıkın.

Eğlencesiz ortamda çalışmayı reddediyorum. Manifestomu hatırlatın bana!

23.11.09

Das Manifest

* Bir baltaya sap olaydım diye içinde nice ukteler taşıyan yiğidoların sesi olmak için yola çıktık.
* Amacımız sap olmaktır.
* Saplıktan kastımız, baltaya işlevi veren aracı güçtür. Bir bütünlüktür.
* Oluşumumuza iq su 20 olmayan herkes katılabilir.
* Zeka kriterimiz "işsizlik" le aynı orandadır.
* "İşsizlik" ten kastımız manevi işsizliktir. Madde olarak iş, herkes tarafından bulunabilir. Önemli olan noktamız "içindeki hunili çocuğu öldürmemiş olmak"tır.
* Tüm "nerd"ler, "cyberpunk"lar, "cyborg"lar şeref konuğumuzdur, baştacımızdır.
* Reklam sektöründen "adam olacak çocuklar" kitle alım sürecinde öncelikli olacaktır.
* İnteraktif reklam sektörü en fazla ağır basandır.
* Candır.
* Kandır.
* Jr. lara Junior diye, Stajyerlere stajyer diye burun kıvıran tüm Seniorlara eski günlerini hatırlatmak gönül borcumuzdur.
* Boynuz kulağı geçebilir.
* Öncelikli mottolarımız vardır.
*
"Abandon all EGO ye who enter here" bunların annesidir.
* Bundan kastımız gereksiz EGO TATMİNİ dir. Yoksa gerekli ukalalığı takdir ederiz.
* Tüm viral çalışmalarını destekliyoruz.
* Viva la Viral!
* Tüm fotokopi fanzinler, vandalizm bizim eserimiz olmalıdır. Olmayanlara da saygımız ve desteğimiz sonsuzdur.
* İnteraktif eylemleri sokak sanatı ile bütünleştiren tüm şahıslar kalbimizin yegane köşesinde taht kuracaklardır.
* Guerilla teknikleri öncelikli hareketlerimizdendir. Yine saygı sekansımız içindedir.
* Akımımızda ve felsefemizde hiyerarşi yoktur.
* Hiyerarşi olmaması demek akım öncülerine saygısızlık yapanları cezasız bırakacağımız anlamına gelmez.
* Anarşizim herhangi bir kolumuzu oluşturmaz. İdeolojik takıntımız yoktur.
* Fakat vandalizimden kelli anarşizme göz de kırpabiliriz.
* Ayrımcılığımız yoktur. Fakat akımımıza "oğğ yeaa babacazzz" adamları giremez.
* Girdikleri ve bu hareketleri tespit edildiği takdirde sırtlarında "tepik" stencili ile kovulacaklardır.
* Müzik olarak "evet takıntımız var" dır.
* Kalitemiz iso 9001 çerçevesinden de yüksektir.
* Her türlü yaratıcılık ve dahiyane deliliklere kapımız sonuna kadar açıktır.
* Muhafazakarlık, mutaassıplık sınırları sadece bir HAYAL ÜRÜNÜdür.
* May the force be with us!

10.11.09

Hello Afrika! Revolution

CV hazırlamaktan, cv hazırlamam gerektiği andan itibaren nefret eden biriyim. Kendisine olan bu nefretim hala daha geçmiş değil ve geçmeyecekte. Çünkü bu kağıt parçası sizi olmadığınız konumdan çok daha aşağıya ya da yukarıya götürebilecek kapasitede, banknottan biraz hallice bir materyal.
Çalışan bir şahsiyetim. Ekonomik kriz, Domuz gribi, At Tepiği derken şu sıralar zemin pek bir kaygan. Ayak her an döşemeden kesilip havada patinaja dönüşebilir vaziyette. Kıçı kurtarmak ve sağlam basamaklara tırmanmak için gerekli olan azim, istikrar, sebaat üçlüsü bende olmayan nitelikler. İşte sevgili Afrika yerlileri, ben bu nedenle adam olan biri değilim. Hayır kişilik hezeyanlarım doğrultusunda da "azıcık aşım, kaygısız başım" mottosu ile dümene yön verebilen biri de olmadığımdan kelli kafam allak bullak.
86 Ağustosunun sıcak bir gününde bu dünyaya fırlatılmış biri olarak beynim zaten kulak memesi kıvamında. Açıkçası bu sektöre (sektör: REKLAM) dahil olmayı ben istemedim. Kendi kendine gelişen olaylar neticesinde "bana kaderimiğn bir oyunumuğ buğ?" aromalı fon müziği beni buraya yerleştirdi. Ve şu an kafamdaki "Ben ne zaman adam olacağım?" sorusu ile beni hüzünlere gark ediyor.
Şu sıralar tek amacım Youth Republic gibi bir yere girip eğlenerek öğrenmek.
Eğlenmeden çalışmak neyin kafasıdır ya? Bunun için kokodan ziyade leblebi tozunu çizgi halinde burna snuff etmek lazım ki çok parlak bir fikir gibi durmuyor.
Her neyse. Ben de bir insan evladıyım. Ve bir derdim var:
Ben adam olur muyum?
Bu yeteneksizlik, tembellik ve anti-büzüksel okazyonlar neticesinde nereye varırım?
Evet Sevgili Afrika yerlileri, burası anti-idealistlerin, doğuştan zedeli beyinlerin, çok isteyip de elde edemeyenlerin, denyolar arasında midesi kalkanların, Talcid kullanıp bunu geçiremeyenlerin, küçükken cağnım Barış Manço ile "Adam Olacak Çocuk" programına katılamayanların mekanı.
Kısaca: Welcome to Dark Side.